günde iki öğün

gunluk ogun

“Aslında günde iki öğün yemek en iyisi,” dedi.

“Öyle mi?” diye sordum. Bilmiyordum günde kaç öğün yemek daha iyisi. Herkes bir şey söylüyor. Herkesin bir şey söylediği bir dünyada günde kaç öğün yemenin daha iyi olduğunu bilmek imkansızdır. Bazıları günlerce bir şey yememenin daha iyi olduğunu söylüyor mesela, kime güveneceğiz? 

Spesifik saat aralıkları verenler de var. Instagram’da göbeğin belli bölgelerinde biriken yağ görsellerinin yanında bir saat görseliyle belirtilen spesifik aç kalma zamanlarını görmüşsünüzdür belki siz de. Özetle şuna benzer bir sonuç çıkıyor bu görselden: Ayva göbeğin varsa akşam 8 sabah 12 arası bir şey yemeyeceksin, yanların varsa akşam 6 sabah 4 arası aç kalacaksın falan filan. Peki şey, yağlarımızın bundan haberi var mı?

Hangisi daha iyi? Ne bileyim ulan ben?  

Ama şu an gerçekten konumuz bu mu Sümeyye abla? Şu an gerçekten günde kaç kez yemek yemenin daha iyi olduğunu mu konuşalım? Etraf bok kokuyor farkında mısın? Üstelik konuyu değiştirerek varlığından kaçılacak gibi de değil. Nereye dönsem keskin bok kokusuyla karşılaşıyorum. Gözlerimizi bu gerçeğe kapatıp öğün konuşamayız.

Düşündüğüm tek şey aç olduğum ve kusmak istemiyorsam nefes almamam gerektiği. Ya da ağzımdan nefes alacağım ama bu sefer de bok kokusunun ağzımdan ciğerlerime gireceği düşüncesiyle mücadele edemiyorum.

Köpek barınaklarındaki bok kokusuna ne yazık ki henüz bir çözüm bulunamadı. Barınak son derece temiz bu arada. Ellerinden geldiğince temizlik yapıyorlar, her gittiğimde görüyorum ama bu koku izi silinemeyen nadide bir şey. Pet şişelerin doğada 500 yıl yok olmaması gibi koku da bok temizlendikten sonra bile aylarca orada kalmaya devam ediyor. 

Kedi bokunun da öyle bir etkisi vardır, bilirsiniz. Ama köpeğinkilere göre daha keskin ve asidik bir kokudur. Duyunca “üf buraya kedi sıçmış” der geçersiniz. Köpek bokunaysa tahammül etmesi çok zordur; bazı şeyler öyle kolay geçilmez.

Sabahın köründe bizi buraya diken şey ise, bayrağı akapeden henüz devralan cehapeli belediyemizin, barınakta kedi kısırlaştırma hizmeti de vermeye başlaması. Daha önce bu hizmeti vermeyen akape belediyesi yüzünden kendi imkanlarımla kısırlaştırmak zorunda kaldığım kediler için yaptığım harcamaları düşününce bok kokusu birden katlanılabilir hale geliyor. Öğürmeye hala engel olamıyorum ama buna değeceğini de biliyorum içten içe.

Kedimizi teslim etmek için güleryüzlü, tatlı mı tatlı veteriner hekimimizin doldurmamız gereken formu getirmesini bekliyoruz kapının önünde. Sabah 9 suları. Sessizliği bozan ben oluyorum.

“Ah,” diyorum. “Koku çok keskin, burada çalışanlara allah kolaylık versin alışmak çok zor.”

“Evet,” diye onaylıyor komşumuz Sümeyye abla. 

Sokaktaki kedilere onlar da bakıyor. O yüzden yardımcı olmak için benimle gelmek istedi o da. Ne gibi bir yardımı olacak ne o, ne de ben bilmiyoruz ama yine de yangına su taşıyan karınca hikayesini düşünerek hoş karşılıyorum bu talebi. Niyeti çok iyi. 

Fakat kedilere süt ve salçalı makarna verip bağırsak sorunlarını tetikleyip bana masraf çıkarmasanız daha iyi olacak Sümeyye abla, bunu da eklemek isterim. Ayrıca kedilere sabah ve akşam 2 kez mama versen yeter. Saat başı mama kaplarını doldurmana gerek yok, bunu beş yüz kere konuştuk ne olur artık anla.

“Çok fena kokuyor. Çok da temiz halbuki.” diye devam ediyor.

“Bu koku,” diyorum “Gittiğim bütün köpek barınaklarında vardı. Temiz olmasına rağmen hepsi böyle kokuyor, yapacak bir şey yok.”

“Ya öyle mi?” diye soruyor.

“Evet,” diyorum kısaca. Konuşacak takatim kalmadı gerçekten. Şimdi biraz susmamız lazım çünkü her konuşmada ağzımıza koku partikülleri halinde birkaç miligram bok giriyor olmalı.

“Kahvaltı yapmış mıydın bari?” diye devam ediyor yeni bir soruyla.

“Yok yapmamıştım daha.”

“Ha, geç mi yiyorsun?” Sümeyye abla bir yere varacak ama du bakalım.

“Genelde uyanınca iştahım pek olmuyor. Öğlene doğru yiyorum.” diye açıklıyorum.

“Bizde hep alışkanlık olmuş. Aile sabah kalkınca hemen kahvaltı hazırladığı için onlardan alışkanlık ben de kalktığım gibi yiyorum.” diyor.

Sümeyye ablanın dudaklarından dökülen bu kelimeler bok kokusuyla birleşip beni anlık bir şoka uğratıyor. Lan Sümeyye abla biz komşuyuz? Ben de İngiliz kraliyet ailesinde büyümedim hoş. Benim ailem de sabah uyandığı gibi çayı demleyen, patatesi kızartan bir aileydi. Ömrümün yarısı daha acıktım mı acıkmadım mı onu bile sorgulamadan kahvaltıya oturmakla geçti. Sen ne anlatıyorsun? Bizi de lordlar kamarası büyütmedi. 

Ama ben ailemden bağımsız bir yaşam formu olduğum için zamanla “canım şimdi kahvaltı yapmak istemiyor ya” demeyi ve ardından canım ne zaman isterse o zaman kahvaltı yapmayı alışkanlık edindim. Alışkanlıklar değişebilir be Sümeyye abla. 

Aslında sen de bağımsız bir yaşam formusun. Sadece kendine inanman lazım. Sen de istersen yeni bir alışkanlık edinebilirsin. Senin kahvaltın, senin kararın, anlatabiliyor muyum?

“Sonra?” diye sordu. “Ne zaman yemek yiyorsun?”

“Bilmem, öyle kesin bi saat yok. Akşama doğru acıkınca yiyorum.” dedim.

“Aslında günde iki öğün yemek en iyisi,” dedi.

Yorumlar

“günde iki öğün” için 2 yanıt

  1. Emre avatarı
    Emre

    İki öğünü bende destekliyorum

    1. ohberahatladim avatarı
      ohberahatladim

      iki öğün iki oyla kazandı diyoruz.

Emre için bir cevap yazınCevabı iptal et