“İnsan kendinden neden kaçar?”
Budapeşte’den Bükreş’e uzanan 15 saatlik tren yolculuğumun ana teması bu soru etrafında şekillenen düşüncelerden oluşuyor. Kompartıman küçük, yol uzun. Bir yerlere sığamayıp boyundan büyük şeyler düşünmek için ideal bir zaman.
Son iki haftadır bindiğim diğer trenlerle kıyaslandığında “iyi” denilmeyecek kadar eski ve bakımsız olan bu tren, kendi içinde değerlendirdiğimde birden her şeyin yerli yerinde olduğu son derece yeterli bir trene dönüşüyor. Treni bile yargılamadan duramazken kendimize neler yapıyoruz acaba?
Treni dinliyorum gözlerim kapalı. Bu tren hiç de çuf çuf diye gitmiyor. Genel olarak arka planda bir “vuuuu” sesi var. Arada bir de duyulan “çıkırp çıkırp” efekti. Ben seslere kulak kabartınca tren geriliyor ve bir sırrını saklamak ister gibi fren yapıyor; duruyoruz.
Braşov istasyonunda yüzlerce insan bekliyor ve trenin durmasıyla birlikte önlere doğru ilerliyorlar. Aslında ilk vagon bizimkiydi ama gece saatlerce beklediğimiz yerlerden birinde öne birkaç vagon daha eklemiş olmalılar. Yoksa az önce burada olup şimdi olmayan bu yüzlerce insan bir zaman tünelinden geçmiş olamaz. Öne eklenen vagonlara binmiş olmalılar.
Bu güzergahta bir trene yüzlerce insan binecekse orası kuşkusuz Braşov istasyonu olurdu. Zira Google’a Bükreş’te yapılacak şeyler yazdığında bile ilk sıralarda Braşov turu çıkıyor. Aslında çok ısrar ettim Braşov’a da gidelim; gör diye. Bana mısın demedi, bir an önce Türkiye’de olmak istiyormuş. Bran kalesini falan geçtim. Asıl ona yıllar önce Braşov’da evsizlerle birlikte sokakta uyuduğum yeri gösterecektim. Kendi kaybı, neyse.
Evet ne diyorduk? “İnsan kendinden neden kaçar?”
Soruyu kendime ikinciye yöneltmiş olmama rağmen sonuca hızlıca ulaştıracak tek ve doğru bir cevap bulamadım.
Daha dürüst olmam gerekirse; cevap da bulamadım. Gördüğünüz gibi zihnim daldan dala dolaşırken cevap bulmam imkansız. Bulduklarıma cevap demek için muhtemelen bin şahit yetmez. Olsa olsa havada gezen ve yerini bulamayan düşünce bulutları denebilir.
Bu sorunun cevabını o kadar uzun süre aradım ve bulamadım ki, sonunda acaba yanlış bir soru soruyor olabilir miyim diye de düşünmek zorunda kaldım. İyi bir cevap almak istiyorsan, iyi bir soru sorman gerektiğini herkes bilir.
Daha doğru bir soru sorma umuduyla zihnimi şöyle bir taradım. Varlığını unuttuğum arka bahçede yürüyüşe çıktım. Ne zamandır özen gösterilmediği için çürüyen bahçe mobilyalarında biraz soluklanmayı düşündüm ama ıslak ve nemlilerdi. Hiç sevmem, yanlarından yalancı bir gülümsemeyle uzaklaştım.
Şu ileride bir deniz manzarası görünüyor. Oraya doğru yürüyeyim biraz. Seviyorum deniz manzarasını, o yüzden buraya da koymuş olmalıyım zamanında. Ama sonra sular kirlendi, istilacı türler denizlerimize indi derken denizle de aramıza bir tür mesafe girdi. Aylar oldu inmedim o kıyıya.
Neyse ne diyorduk, daha iyi bir soru bulmak lazım. Bundan iyisi ne olabilir düşünüyorum. Şu nasıl: “İnsan kendinden kaçar mı?” Cevap, evet. “Peki, insan kendinden neden kaçar?” Hayda, başladığımız yere geri döndük. Demek ki daha iyi bir soru değildi.
Daha iyi bir soru olmadığına da neye dayanarak karar verdik şimdi? Cevabın kolay bulunmasıysa mesela iyi bir sorunun kıstası, o halde bu kesinlikle bir öncekinden daha iyi bir soruydu. Ama başka bir işimiz var dur şimdi, konuyu dağıtıyorsun.
“İnsan kendinden neden kaçar?” 15 saat bunu düşünmemiz lazım. 15 saat çok uzun. 6 saat uyusak -çünkü trende 8 saat uyumak bir hayal sayılır- kalır 9 saat. Hala uzun.
Zihnim bu sefer de zamanın ne kadar izafi bir kavram olduğuna kayacakken aklıma “Bir insanın en uzun yolculuğu, kendine yaptığı yolculuktur” lafı geliyor. Kim demiş, bilmiyorum. Mevlana da olabilir Carl Jung da. Böyle güzel şeyler genelde bu ikiliden çıkıyor. Kim söylemişse doğru söylemiş, bu lafa hemen sarılmamız lazım. Bizi uçsuz bucaksız düşünce kara deliklerinden kurtaracak olan şey bu olabilir.
En uzun yolculuk, kendine yaptığın yolculuk.
Uzun olmasının en büyük sebebi de muhtemelen başlayana kadar geçen zaman.
Şimdi soruyu biraz daha değiştirmek için iyi bir fırsat yakalıyorum. “Kendinden kaçmazsan ne olur?” Heh, işte bulduk daha iyi olan o soruyu.
Kendinden kaçmazsan, kendini tanımak zorunda kalırsın ve kendini tanımak kusurlu taraflarını da görmeyi içerir.
Güzel bir yere geldik şimdi. Burada biraz soluklanalım. Deniz manzarasının hemen önüne rahat bir hamak kurdum bizim için; hadi buyrun. Teşekkürler Mevlana, teşekkürler Jung.
Kendini tanımanın, kusurlarınla yüzleşmenin bu kadar korkutucu olabileceğini kim tahmin ederdi? Bakmazsan orada değildir sandığın her kusuru görebilirsin, eyvah. Ya sandığın kadar samimi bir insan değilsen? Ya kendin de dahil birçok insanı kandırıyorsan? Ya iyi niyetle yaptığını sandığın şeyleri sadece korkudan yapıyorsan? Ya bencillikle suçladığın iş arkadaşından hiçbir farkın yoksa?
Boş ver şimdi, kaçmak güzel şey, gel kaçalım.
İstersen şu gazoz kapaklarını biriktir, ileride önemli bir şey yaparız, dünyadaki tek derdin ve amacın gazoz kapakları olsun. Ya da gel kafayı kitaplarla bozalım; oku okuyabildiğin kadar, aman zihnin boş kalmasın. Veya kafanı işten kaldırma, sabah akşam çalış, bu da bir seçenek. Kendinden kaçmanın binbir türlü yolu var. Seç beğen al. Özgür irade.
Fransız filozof Blaise Pascal, “İnsanların başına gelen tüm dertler, tek başlarına bir odada oturamamalarından kaynaklanır” derken sanırım tam olarak böyle bir şeyden bahsediyordu. Bir odada tek başımıza oturup düşünmek mi? Korkunç. Ya gerçekten kim olduğumuzu fark edersek? Hemen bir şarkı aç dans edelim. Telefona bakınca fark edip yargılıyorlar, ama daha görünmez kaçış yolları da var, buluruz dert etme. Kendinle bağlantını kitap okuyarak da koparabilirsin; kimse seni kitap okuduğun için yargılayamaz.
Nietzsche, “İnsan, en çok kendini kandırır” diye boşuna dememiş. İçimizde bir süper kahraman var zannederken en küçük zorlukta bile kaçmaya hazır bir çocukla karşılaşmak hoş olmazdı değil mi? Kendimizle yüzleştiğimizde, gerçeklerle baş başa kalırız ve işte tam da bu yüzden insan kendinden kaçar.
Ah, canım.
Bunları düşünerek ve arada bir tuvalete giderek geçen 9 saat. Bir de yiyecek vagonundaki görevli kadınla iletişim kurmak için geçen birkaç dakika. Bedenin metal bir kutuda düz bir çizgi üzerinde ilerlerken zihnin dağları tepeleri aşarak olmayan yolları birbiriyle bağlamaya çalışıyor. Muazzam bir uğraş.
Benim tüm bu düşüncelerden çıkardığım sonuç is şöyle: Malın teki olabilirsin, ve bunu kabul etmediğin sürece malın teki olmaya devam edeceksin. Öyle değilmiş gibi davranmak da malın teki olduğun sonucunu değiştirmeyecek.
Çok basit, çok net, süslenmeye gerek duymayacak kadar nokta atışı.
Sonucu ancak sen, bu gerçeği kabul ederek değiştirebilirsin.
Bir gün kaçmak isterken kendine yakalanırsan, buyur hamağa uzanıp biraz soluklan, yandaki çay bahçesinde bir çay kahve iç.
Ben sonuca varırken tren de Bükreş’e varıyor. Çok şükür geldik. Yol az daha sürse herhalde deli çıkacaktım. Bir pizza kutusunda biriktirdiğimiz çöplerimizi de yanımıza alarak trenden ayrılıyoruz. Trenden inerken kompartıman görevlisinin göz ucuyla elimdeki çöpe baktığını fark ediyorum. Çöpü gördüğü için mutluyum. Evet adını telafuz edemediğim kompartıman görevlisi, sana iş çıkarmadık, kendi çöpümüzü kendimiz aldık, rica ederiz, ne demek.
Bugün de iyi bir insan olduğumuzu kendimize ve sana kanıtladık. Bu bizi bir süre götürür teşekkürler.

Bir Cevap Yazın