bu sefer pembe kalemle yazdık, işe yaramalı

türkiye sağlık ocağı komik

Birkaç gündür çişimi rahatça yapamıyor olmanın verdiği huzursuzlukla arabadan iniyorum. Bacaklarımın arasında zaman zaman hissettiğim yanma mı canımı daha çok sıkıyor yoksa bir türlü doğruluğundan emin olamadığım devamlı çişim varmış hissi mi bilmiyorum. Neyse ki bu soruna bugün bir nokta koyacağız.

Arabanın anahtarını cebime atmak istiyorum ama cebime birkaç gün önce sarhoşken tıkıştırdığım kağıt paralar ve peçeteler buna engel oluyor. Anahtarı diğer elime alıp bir önceki elimle cebimi tekrar yokluyorum. Amacım paraları peçetelerden ayırıp istenmeyen bir nakdi kaybın önüne geçmek. Tam o an üçüncü bir ele hiç olmadığı kadar ihtiyacım oluyor. Böylece biriyle anahtarı, diğeriyle paraları, öbürüyle de peçeteleri tutabilirdim.

Bu saçma düşüncelerle kapıya kadar ilerliyorum. Kapıda pembe kalemle A4 üzerine yazılmış bir not var. “ALLAH RIZASI İÇİN KAPIYI KAPATIN”.

Allah allah.

Hemen ikna oluyorum ve içeri girdikten sonra kapıyı arkamdan kapatıyorum. Diğer tarafta da aynı nottan var. Biraz da şaşırıyorum. Çünkü daha önce bu notun yerinde “LÜTFEN KAPIYI KAPALI TUTALIM” ve “KAPIYI KAPATIN” notları duruyordu. Onlar işe yaramamış olacak ki el yazısıyla ve büyük harflerle alelacele yazılmış bu yeni uyarıyı asmak elzem olmuş.

“Notun evrimi ehehe” diye gülüyorum içimden. Gülüyorum çünkü insan içinden ağlamamalı, hasta olabilir.

İçeri girdiğimde az sonra benim yapacağım gibi odada bir süredir bekleyen insanlara “Geçmiş olsun” dileklerimi iletiyorum. Ses gelmiyor. Bomboş bir mağaraya girsem en azından sesim yankı yapardı ve bir cevap almış olurdum. Yanyana dizilmiş koltuklarda oturan bu dört kişi bir mağara ekosu bile etmiyor. Çok yazık. Belki de öldüler ama haberleri yok. Onlara haber vermeli miyim? Kimse onlara söylemedi mi? Neyse, daha önemli işlerim var şimdi. Çişim gerçekten var mı, yok mu? Öncelikli meselem bu.

Kaydımı yaptırıp numaramı aldıktan sonra çişimi ve insanların ölüp ölmediğini daha fazla düşünmemek için etrafımda göz gezdirmeye başlıyorum. Bugün şans benden yana. Pembe kalemle yazılmış başka notlar da var.

Hemen karşımdaki nispeten uzun not gözüme ilişiyor. “ENJEKSİYON (iğne) SAATLERİ 09:00-16:00 arası yapılmaktadır. Doktor yokken yapılmamaktadır.” Yalnız bir saniye, cümlenin öğelerinde bir sorun var.

İki seçenek sunuyor beynim bana. Ya diyor, ‘saatleri’ kelimesini sil. Ya da diyor 16:00’dan sonra alt satıra geç, ‘arası yapılmaktadır’ı sil; bir sonraki cümlenin başına ‘enjeksiyon’ ekle. Peki diyorum, tekrar parantez içinde iğne yazmalı mıyım? Hayır diyor, en başta yazdın zaten, o yeter.

Hay hay. Böyle iyi oldu.

O sırada kapıdan içeri elinde minik bir eczane poşeti taşıyan orta yaşlı bir amca giriyor. Kapıyı kapatacak mı acaba diye merakla izliyorum. Ama hayır, kapatmıyor.

Biraz sonra yan odadan hemşirenin sesini duyuyorum. “Amcacım doktor hanım buradayken yapabiliyoruz sadece, az sonra gelecek bekle yapalım senin iğneni de.” Amca enjeksiyonunun şu an yapılması konusunda bir hayli ısrarcı. Sesinden anladığım kadarıyla bekleyecek bir beş dakikası daha yok.

“Fakat yarısını küçük harfle yazmışlar” diye geçiriyorum içimden, “hepsini büyük harfle yazmış olsalardı, sonuç farklı olabilirdi.” Ama teorim amcanın kapıyı da kapatmadığını hatırlamamla birlikte çöküyor. Kapıdaki her şey büyük harfle yazılmıştı.

Bunun birkaç açıklaması olabilir. Amca ya okuma yazma bilmiyor, ya biliyor ama okumuyor, ya okuyor ama anlamıyor ya da anlıyor ama diğer insanların ne düşündüğü umrunda değil. Bir çeşit Matrix denklemiyle karşı karşıyayız yani. İşimiz zor.

O sırada içeride hatrı sayılır bir insan sirkülasyonu yaşanmış olduğunu fark ediyorum. İlk geldiğimde burada olan ve dilsiz olduklarını ya da dilimizi konuşamadıklarını düşünerek içimi rahatlatmaya çalıştığım insanların bir kısmı artık burada değil; koltuklarını yeni insanlara bırakmışlar.

Solumda duran çöp kutusuna bakıyorum. Üzerinde birden fazla uyarı var. Bir tane zaten varmış, daha sonra ikincisini yazmışlar.

Fakat pardon, çöp değil, sadece atık ilaç.

Yalnız bir sorum olacak. Kutunun üzerindeki kocaman harflerle yazılmış olan “SADECE ATIK İLAÇ” yazısı insanların bu kutuya çöp atmalarını engelleyemediyse, yazdıkları cılız pembe “çöp değil” uyarısının bunu engelleyeceğine onları inandıran nedir?

Umuttur, evet.

Biraz da “Daha başka nasıl anlatabilirim, bilmiyorum”dur.

O sırada minik televizyon ekranından gelen blink sesine bakıyorum; ekranda benim adım görünüyor. Doktor hanımın odasına yürürken hala emin değilim. Çişim gerçekten var mı, yok mu? Ama bu soruna bir nokta koymaya hiç olmadığımız kadar yakınız.

Odaya girdiğimde biraz rahatlıyorum. Hemşire hanım ve doktor hanım gülümsüyor. Çok şükür gülümseyen ve dilimizi konuşan birileri. Derdimi anlatıp reçetemi aldıktan sonra allah rızası için kapatılması dilenen kapıya doğru yöneliyorum tekrar. Kapı yine açık. Aramızda okuma yazma bilmeyen ne çok insan var diye geçiriyorum içimden.

Kapıdan çıkarken bu defa bir önceki ekipten tamamen farklı olan yeni bekleme salonu ekibine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Sonuç değişmiyor.

Neyse diyecek bir şey yok, allah hepinize rahmet eylesin.

Yorumlar

Bir Cevap Yazın